8 Ocak 2008 Salı

Neige


Pencereden, etrafı beyaz bir örtüyle kaplamakta olan karı seyrediyordu sessizce. Dudaklarında, ağzından düşürmediği sigarası, elinde ise kırmızı çakmağı duruyordu. Az önce masasının üzerine bıraktığı boş bardağına biraz daha viski doldurdu dönüp, barların 'duble' addettiği miktar kadar, ve yine cama döndü, bu kez elinde bardağıyla. Bir dikişte içti genzinden başlayıp midesinin derinliklerine kadar yakan kahverengi sıvıyı ve sigarasından bir nefes daha çekti. Gözleri dalıyordu.

Camın ardındaki çocuk parkının, şimdi bembeyaz olmuş kum havuzuna takıldı gözleri. Çakırkeyif zihninin biraz daha bulanıklaştığını hissetti, ve iyice odaklandı havuza doğru.

Dalgalanıyordu gözlerinin önünde o beyazlık. Küçükken annesinin çarşafları silkelemesini izlediği günlere dönmüş gibi hissetti kendini; ta ki o izlediği çarşaf ortasından yarılıncaya dek. Bardağı masaya koymaya çalıştı nafile bir çabayla, başının döndüğünü hissederek; fakat elinden kaydı ve yerde tuzla buz oldu yalnız günlerinin dostlarından bir tanesi.

Umursamadı. Tek umrunda olan, çocuk parkındaki yırtılmış beyazlıktı artık.

Bir yunusun fırladı birdenbire o karbeyaz havuzun ortasından, ve taklalar atarak geri içeri düştü, etrafında fışkıran sular bırakarak. Tam düşmeden, kuyruğunu öyle bir savurmuştu ki havada, sanki adama selam duruyordu.

Bir adım geri çekildi pencereden. Sigarasından çektiği dumanı cama doğru azletti ve o ufak gri bulutun cama çarptığında oluşturduğu şekilleri, her zamankinden daha büyük bir hayretle izledi bu kez. Sanki yunusu görmüştü bir kez daha; belki görmek istediği için, belki de yunusun bir mesajıydı bu ona, şovun bitmediğini anlatmak istercesine cama geri çağırıyordu onu. Tekrar yaklaştı odasının devasa penceresine doğru, bu kez yüzünü cama yapıştırırcasına. Adımını geri atması bir oldu bu defa.

Karbeyaz havuz, kan kırmızıydı şimdi.

Yunus, bağrı deşilmiş, kanlar içinde yatıyordu havuzun kenarında. O masumiyetini, gözlerindeki zeka pırıltısını, hemcinsleri gibi her daim ağzının kenarında taşıdığı o temiz gülüşünü kaybetmişti. Bir çığlık koyverdi adam kendini tutamayıp, ayağına batmış cam kırıklarını umursamadan yalın ayak koşuyordu şimdi evin çıkış kapısına doğru, arkasında kandan ayak izleri bırakarak.

Koşar adım indi merdivenleri, apartmanın kapısını parçalarcasına aştı ve koştu kan havuzuna doğru, artık tek ayak üzerinde sekerek ilerlemesine rağmen. Eğildi, kolları arasına aldı yunusu ve sarıldı ona, hastane yatağında kaybettiği babasına sarıldığından daha içten. Gözlerinden boşanan yaşların bulanıklaştırdığı görüşünü mümkün olduğunca salim tutup, ona bunu kimin yapmış olabileceğine dair izler aradı etrafında. Boşunaydı halbuki çabası. Hala yağmakta olan karın üzerinde; ölü yunus, kendisi, ve ikisinin kanlarından öte hiçbir şey yoktu. Kafasını göğe kaldırıp, tehditkar bir çığlık savurdu; tanrının ta kendisinden hesap soruyormuşçasına. Bir şimşek çaktı, belki de bir yıldırımdı bu yakınlara düşen.

Uyandı.

Yatağının üzerine yığılıp kalmış bulup kendini. Elinde, içeriğinin yarısı yatağa dökülmüş bir viski bardağı, ve yerlerde kızıl ayak izleri.

Ellerinde, kan vardı.

6 Ocak 2008 Pazar

Sigara ve Hayat Üzerine


"Yalnız kalmanın nasıl bir şey olduğu, herhalde kimsenin tam olarak üzerinde fikir sahibi olabileceği bir şey değil.." diye düşünürken buldu kendini. Karanlıkta oturmuş, elinde kalemi, önünde boş sayfasıyla, o kağıtlar kadar boş bakışlar atıyordu sigarasından süzülen dumanlara. Miyadını doldurmak üzere olan ve etrafı aydınlatma görevini tek başına sürdürmeye çalışan küçük mum, artık ışıklarını titretmeye başlamıştı, karşısında oturan adama bir mesaj vermeye çalışırcasına. Hüzünle baktı adam muma, ve onun görüp geçirdikleri, adamın da gözleri önünden akmaya başladı birer birer. Bir zamanlar ne anlamlar yüklenmişti ona asıl amacından uzak, o anlamların teker teker, şimdi mumun eriyip bitmekte olduğu gibi bitişi aktı adamın boş bakışlarla dopdolu gözlerinden.

Titrek ışıklar altında önündeki kağıda göz attı, yazı yazmak maksadıyla önüne aldığı sayfanın, zihnindeki bulanıklığı yansıtan karalamalarla dolu olduğunu gördü, günlerdir her gece gördüğü gibi. Artık birer kendine işkence anına dönmüştü bu yazma denemeleri; fakat vaz geçmek kolay kabullendiği bir durum değildi.

Arkasını çevirdi sayfanın, beyaz bir periyoda başlarmışçasına bu akşam, ve ağzının kenarında sönmekte olan sigarasını kültablasına bastırdı. Kaçıncıydı bu bugün, bilmiyordu. Dozunu kaçırmakta olduğunu biliyor, engel olmak için hiçbir çaba da göstermiyordu. Sönen sigaradan yükselen son duman, yavaşça havaya karışırken, yazmaya başladı.

"Yalnız kalmanın nasıl bir şey olduğu, herhalde kimsenin tam olarak üzerinde fikir sahibi olabileceği bir şey değil." diye başladı, düşüncelerini kağıda aktarmaya karar vererek. "Etrafın kalabalığı içinde kaybolan bir insan mı daha yalnızdır, yoksa bir adada tek başına kalmış olan mı?". Bu tip soruların cevaplarını aramakla geçiyordu işte geceleri son zamanlarda; dönüp dolaşıp vardığı noktanın, her gece daha fazla soruyla başbaşa kalmak olduğunun farkında değildi.

Saatini mumun altına tutup baktı, havanın aydınlanmasına az kalmıştı. Battaniyenin altındaki bacakları, gecenin acımasız soğuğunun yerini sabahın sert ama merhametli serinliğine bırakmakta olduğunu hissetmeye başlamıştı bile. Bir sigara daha yaktı.

Sevgilisinin onu terkettiği gün geldi aklına. Uğruna canını vermeye hazırlandığı sevgilisinin, umursamaz gözlerle ona bakıp "Uzatmanın manası yok." dediği an, sanki beş dakika öncesiymiş gibi zihnindeydi hala. Gururu engel olmuştu dizleri üzerine kapanıp "Yapma, beni bırakma!" diye yalvarmasına. Akşam arkadaşlarıyla gittiği barda, onlara bile göstermemek için girip içinin zehrini akıttığı tuvalette bağırmıştı - artık eski - sevgilisine: "Gitme! Ben ne yaptım ki?". O arkadaşlar ki, masaya geri oturuşunda gözlerinin kırmızılığını bile fark etmeyip, hatta umursamayıp belki, "Boşver abi, bir sigara yak." diyebilmişlerdi rahatça.

Sigarasından derin bir nefes çekti. Alevlenen sigara aydınlattı bir an odayı.

O arkadaşlar ki, şimdi birer birer bırakıp gitmişlerdi onu. Her birinin kendine ait bir bahanesi olmuştu elbet. Kiminin şehir dışında bir işi çıkmıştı güya görüşemeyeceklerdi bir süre, ki hep gittikleri barda karşılaşınca gözlerini kaçırıp kızarandı o; kimi ise suçlamışlardı onu, kendini alkole verdiği, onlara kötü davrandığı gerekçesiyle. Kendi hayatları yolunda gitmediği zaman derman aramaya yine ona gelmişti bu da, ağzının payını alarak geri dönmeden önce.

"Yalnızlığın insanı nerede ne zaman yakalayacağı daimi bir muallak olarak kalacaktır insanoğlu için. En mutlu, dostlar tarafından en sarmalanmış haldeyken bile bir kötü sözle, ufak bir hatayla, hatta bir ihanetle insan yalnız başına kalmanın acısını en keskin şekilde hissediveriyor yüreğinde." Yazdıklarına bir göz attı. Bu kadar mı vahimdi durumu? Bu kadar mı düşünceleri kendinin üstüne yoğunlaşmıştı? Basit bir konuda bile yazacaklarını hep kendi üstüne çeviriveriyordu ister istemez. "Belki de tüm yazılanlar aslında yazarların kendi hayatlarının uyarlamalarıdır." diye düşündü acı acı, artık yanağından süzülmeye başlayan bir göz yaşını avutmak istercesine.

Ağzında sönmüş sigarasını kültablasına bastırıp, yeni bir tane yaktı. Yavaşça kalktı sandalyesinden, battaniyeyle beraber yatağının yolunu tutarak. İyice büzüştü soğuk yatağın içinde, ve huzursuz bir uykuya daldı, ağzında sigarası olduğu halde. Dışarıda kuşlar ötüşmeye başlıyordu sabahın ilk ışıklarını haber vermek ister gibi.

Mum söndü.