20 Kasım 2008 Perşembe

Sequenzen einer Wanderung.



"Dört yanımda ufku sarmış kıpkırmızı çöl fakat yakıcılığı kalmamış artık güneşin o eski günlerindeki ihtişamlı; zira gökyüzünde grinin tonlarında bir duman hüküm sürüyor gibi uzun zamandır. Etrafımdaki bu kıyamet sonrası görüntüsünün altında bir sonun yattığının farkındayım ama ellerimden bir şey gelmiyor manasızca bir çıkar yol aramaktan başka. Kum tepelerinin ardına gizlenmiş fakat istemsizce dışarı çıkan kemiklerini saklamaktan aciz mamut iskeletleri adeta üzerime üzerime geliyorlar, tamamen hareketsiz olduklarını bildiğim halde kendimi aksine inandıramıyorum ve her bir tarafımda flu hayaller görüyorum. Gözlerimin önünde sevdiklerimin yüzleri ve beni bırakıp gittikleri günlerin hayaletleri uçuşuyor. Çaresiz seyrediyorum etrafımı ve anbean daha da üstüme çöküyor güneşle arama girmiş, masumiyetten uzak gri kitle. Sis diye fısıldıyor tanımadığım bir suret, dünya dışı bir soğuktan morarmış yüzünün içinde madendeki kömür taneleri gibi tüm ışığı emen gözlerini gözlerime dikmiş. İnanmak istesem de elimden gelmiyor. Sis ne zaman bu kadar tüketti ki vücudumdaki yaşama isteğini? Şimdi bu çölün olduğu yerde eskiden varolan parkların üzerine gezinirdi havanın kirliği ama ağaçların yeşilliği hep kurtarırdı beni; kötü düşüncelerimi çeker çıkartırdı adeta beynimin içinden ve ben somanın etkisindeymişçesine aptal bir mutluluğun nazik pençeleri içerisinde devam ettirirdim hayatımı. Ağaçlar fısıldardı bana eskiden, şimdinin korkunç figürleri değil, ve umut aşılarlardı bir gün her şeyin gerçekten de güzel olabileceğine dair.

Ya ağaçlar yanılıyordu, ya da benim uyuşturucum tükenmek bilmiyordu.

Griliğin arasından yüzünü göstermeye çabalayan bir zamanların kudretli güneşi, şimdi utangaç bir çocuk gibi çıkmak istiyordu saklandığı yerden ama asla bulamıyordu gerekli kuvveti kendinde. Çıksa, diye bekliyordu ve de benim naçar bünyem, bir vahanın yolunu aydınlatsa diye.

Gerçi hep sonsuzdu bu bekleyişler.

Etrafımda dolaşan suretlerin sayısı gittikçe artıyor her saniye ve ben dayanamayacağımı hissediyorum artık. Kafamı eğdiğimde gördüğüm ise kumların içinde hareket eden yılanlar sürekli. Ne ileri bakabiliyorum ne geri, ne sağa ne de sola. Yukarısı hayaletlerimle, aşağısı yılanlarımla kaynıyor ve dayanmanın çok da bir manası yok artık.

Bırak gitsin. Sis elbet örter üstünü. Üşümezsin."



Rüya değil bu kez. Bir göçün ardılları.


13 Kasım 2008 Perşembe

Fossegrim



"Evimin kıyılarından başlayarak şehrin büyükçe bir kısmını kaplayan ormanlar içinde yürüyorum aheste aheste ve bir damla yaş birikmiş göz pınarlarımda. Gecenin karanlığını parçalarcasına fenerler asılmış kimi ağaçlara; ama ben bunlara inat en kuytularda kaybetmeye çalışıyorum kendimi.

Neden sonra, hafif hafif keman sesleri duymaya başlıyorum uzaktan; arşelerin tellere sürtünmelerinin yaydığı o hüzün, bünyemde hapsettiklerimi de su yüzüne çıkartıyor tekrar ve dizlerim üzerine çöküp ilerlemeye başlıyorum seslerin geldiği yöne doğru. Çam iğneleri batıyor, kozalaklar tırmalıyor dizlerimi ve kanların süzüldüğünü hissediyorum diz kapaklarımdan aşağı doğru ama o kadar umrumda değil ki her şey; kemanların o büyülü tınıları hariç.

Farkediyorum ki ses, fener sandığım o ışıklardan geliyor ve ben yönelmişim en yakınımdakine doğru. Yaklaştıkça farkettiğim, bunların ne fener, ne de ağaçta asılı oldukları oluyor. Ufak peri kanatlarınını çırpınışlarıyla süzülen, badem gözleriyle bakan perilerle karşı karşıyayım ve yavaş yavaş sarmaya başlamışlar etrafımı. Onların büyülü kemanlarına eşlik eden piyano sesleri çok uzaklardan geliyor, sanki cennetin kendisi onlara ayak uyduruyormuş gibi. Şaşkınlıktan iri iri açtığım gözlerimle seyrettiğim perilerin bana da gülümsemeye başladığını farkediyorum ve kendi kollarıma kayıyor gözlerim, zira nereden geldiğini bilmediğim kemanımla onlara eşlik etmekteyim. Bildiğim bir tınıyı çalıyoruz çünkü hep beraber ve ben bu tınıyı her dinlediğimde bir defa daha dinlemek isterim; onuncu defadan sonra herhangi bir iş yapmaktan aciz kalakalırım ve de her defasında.

İyice yaklaşıyorlar bu Fossegrim'ler yanıma ve parıltıları gözlerimi acıtmaya başlarken, ateşböceklerini kovar gibi kovmaya çalışıyorum onları, gözlerim kapalı, kollarım kontrolsüzce sallanıyor sağdan sola ve soldan sağa. Yüzükoyun kapaklanıyorum en sonunda pes edip ve çam iğneleri yanaklarımı acıtıyor.."


Uyanıyorum sonra. Kalkıyorum; aklımda çok başka zamanlar, kulaklarımda bir şekilde Fossegrim çalıyor. Bilgisayarın başına gidip, tahmini zor olmayan bir müzik dosyasına çift tıklıyorum.

Gün güzel geçecek. Tabii.